Okumadan İzleme!

Bazı hikâyeler var ki filme, diziye uyarlanmış olsa da asıl büyüsünü sayfalarda saklıyor. “Nasıl olsa filmi var” deyip geçmeden önce, bu kitaplara mutlaka göz atmalısın! Çünkü iyi bir hikâye önce okunur, sonra izlenir. İşte “Okumadan izleme!” dememizin sebebi tam da bu: O koltuğa kurulmadan önce o sayfaları çevir! Hazırsan, önce okuyup sonra izleyebileceğin o unutulmaz eserler:

1920’lerin Montana’sında geçen bu sürükleyici aile dramı, vadideki en büyük çiftliğin sahibi iki erkek kardeşin hikâyesini anlatıyor. Çiftliğe gelmeleriyle birlikte –zaten olmayan– huzuru bozan bir kadın ve bir delikanlının, bir anne ve oğlunun sarsıcı hikâyesi… Roman, Thomas Savage’ın ilk kelimesinden son kelimesine kadar okuru esir alan sesi, karakterlerin tutkusu ve zalimliğiyle sarmalanıyor.

Eleştirmenlerce bir mit, içtenlikle ve cesurca kaleme alınmış bir roman olarak nitelendirilen Betty Blue, barlarda çalışan bir kadınla bir musluk tamircisinin, yani sıradan insanların, yani anti-kahramanların aşklarını yaşamak ve kaderlerini değiştirmek için verdikleri mücadeleyi anlatır. Kadın, çağdaş dünyanın sahteliklerine ve alçaklıklarına karşı öfkesini dizgin-lemeyen biridir. Hayata karşı çırılçıplaktır, korunmasızdır; hiçbir hesabı yoktur.

Bir kere olağanüstü başarılı bir atmosfer yaratıyor yazar, Viktorya döneminde yaşamanın ne anlama geldiğini bütün netliğiyle ortaya seriyor. Sonra eşine az rastlanır bir gizem yaratıyor, kitap bittiğinde bile gizeminden bir şey kaybetmeyen bir gizem bu. Ve nihayet bilgeliğine sizi hemen ikna eden bilge ve son derece zeki bir denemeci üslubuyla varoluşçuluğun “sahicilik” ve özgürlük arayan insan soyutlamasını ete kemiğe büründürüyor, ama tanrı anlatıcı rolünü de sorgulamaktan geri kalmıyor.

Bir Düş İçin Ağıt dört insanın uğradığı yıkımın izini sürüyor; üçü genç biri yaşlı. Brooklyn’in yoksul mahallelerinden birinde, Coney Island’da, yalnız yaşayan bir dul olan Sara Goldfarb’ın en büyük hayali zayıflayıp bir TV şovuna çıkmaktır. Keş oğlu Harry ise kısa yoldan köşeyi dönmek için, kız arkadaşı Marion ve kankası Tyrone’la birlikte bir uyuşturucu işi tezgâhlamaktadır.

Bir Son Duygusu, Julian Barnes’ın önceki birkaç yapıtında da görüldüğü üzere, yazarlığının gitgide başat öğesi haline gelmiş olan “anımsama yoluyla hayatı irdeleme” izleğinin çarpıcı bir açılımıyla başlıyor. Hikâyenin ana kahramanı Tony Webster, kırk yıl önce yaşadığı bazı olayları anımsar ve onları zihninde gelişigüzel bir sıraya dizer. Ne var ki, başlangıçta sıradan bir şeymiş gibi görünen bu anımsama edimi, Tony Webster’ın kendisine bir günce bırakıldığını öğrenmesiyle birlikte, kahramanın hayatını durmadan sorguladığı ve sonunda kendi kişiliğine ilişkin son derece karamsar sonuçlara varacağı acımasız bir kimlik arayışına dönüşecektir.

Çağının yarı-entelektüel bunalımlarını geçirmekte olan, Oxford mezunu Nicholas Urfe, İngiltere’nin kasvetinden ve aşktan kaçmak için ücra bir Yunan adasına İngilizce öğretmeni olarak gider. Tek başına sıkıntılı günler geçirdiği, şair olduğuna dair hayallerinin de suya düştüğü bir sırada, gizemli milyoner Conchis ile tanışır…Büyücüinsan zihninin labirentlerinde dolaşan metafizik bir eğlence trenidir adeta. Bu labirentlerde gerçeklikle sanrı arasındaki gri bölge kahramanımızca ihlal edilir.

Koleksiyoncu, bir kelebek koleksiyoncusuyla, âşık olup kaçırarak zindana kapattığı bir resim öğrencisi arasındaki “mecburi” ilişkinin romanıdır görünürde. Ama Fowles’un olağanüstü üslubu ve ustalığıyla, bu ilişki, başka birçok ilişkiye de gönderme yapmakta; ahlâki kaygılarla baskı altına aldığımız yabanıl doğallığımız içinde, aslında neyi nereye kadar haklı ve geçerli bulabileceğimiz gerçekliğiyle bizi yüzleştirmektedir.

Jean Genet, bu kez “başyapıtı” olarak nitelenen Denizci’yle karşımızda. Bizi şiddetin estetiğine davet ederken, insan doğasının uçsuz bucaksız karanlıklarına sürüklüyor yine. Her zamanki küstahlığı, radikalliği ve anlatısındaki sonsuz özgürlükle… Diğer kitaplarında kendi benliğini parçalayarak, dağıtarak, damıtarak sergileyen yazar, bu romanında ilk kez parçalanma, dağıtma, damıtma sürecinin kendisini, “O” diye adlandırıp nesneleştirerek, metinle arasına mesafe koyarak, metne yabancılaşarak dile getiriyor.

Genç ve yetenekli yazar Joe Dunthorne’nun ilk romanı Denizaltı. Keskin, neşeli, nobran bir ergen olan Oliver Tate romanın delişmen kahramanı. Oliver Tate henüz 15 yaşındadır ve ebeveynlerinin ruhsal hallerinden ciddi anlamda endişelidir. Babasının derin bir depresyon döneminde olduğuna, annesinin de türlü takıntılar geliştirdiğine inanmaktadır. Oliver Tate, apayrı dünyalarda yaşam mücadelesi veren anne ve babasını çılgın bir mizahi çabayla yeniden bir araya getirmeye çalışır.

Bütün dünyada büyük ilgi gören Dövüş Kulübü’nün yazarından, annelerle oğulları arasındaki sevgi ve didişmeye, seksin bağımlılık yaratma gücüne, yaşlanmanın dehşetine ve Amerikan rüyasının arka sokaklarına dair bir kitap Tıkanma…Tıp Fakültesi’nden atılan Victor Mancini para kazanmak için şöyle bir yol tutturmuştur: Lokantalarda boğazına takılan yiyecekle boğulma numarası yapmakta, kurtaran kişinin kendisinden sorumlu olmasını sağlamaktadır. Böylece, kurtaran kahramanlaşmakta, sıkıcı hayatının bir anlamı, arkadaşlarına gurur duyarak anlatacağı bir hikâyesi olmakta, hayatını kurtardığı kişiden daha sonra da kendini sorumlu hissederek, ona sık sık yardım etmektedir.

Çok sevilen Netflix programı Time to Eat‘in sunucusu ve The Great British Baking Show‘un kazananı Nadiya Hussain, aile sofralarınız için uygulayacağınız 100 farklı pratik tarifi sizinle buluşturuyor. Nadiya Hussain gün boyu ev ahalisine yemek hazırlamanın, hele bir de tam zamanlı bir işle meşgulseniz mutfakta vakit geçirmenin nasıl yorucu bir iş olduğunu pekâlâ biliyor. Şimdi Yemek Zamanı, tam da bu yorgunluğu dindirmeyi hedefliyor; tüm ailenizin seveceği hızlı ve basit tariflerle hafta içi akşam yemeklerine ve yoğun günler için yemek sofralarına çözümler üretiyor. Bu basit tariflerle sadece çabuk ve kolay yemekler yapmayacaksınız, aynı anda birden fazla yemek yaparken sıfır atığı mümkün kılacak çözümleri de öğreneceksiniz.

0