Açıklama
Bu edisyon Michel Foucault’nun iki konferansını bir araya getirmektedir. Foucault ilk konferansı 27 Mayıs 1978’de Sorbonne’da Fransız Felsefe Cemiyeti huzurunda vermiş, konuşma onun gözetiminde 1990 yılında “Eleştiri Nedir?” başlığıyla yayımlanmıştır. Diğer konferansıysa, 12 Nisan 1983’te Berkeley, California Üniversitesi’nde “Kendilik Kültürü” başlığıyla sunulmuştur.
İki konferansı ayıran 1978 ile 1984 arasında Foucault’nun düşüncesi önemli bir evrim geçirse de, Kant’ın Was ist Aufklärung? (“Aydınlanma Nedir?”) metnine yaptığı referans bu dönemde yazdığı tüm metinlerde ve yaptığı tüm konuşmalarda merkezi bir yer işgal eder; çünkü Aydınlanma üzerine bu metni tekrar tekrar ele almasının amacı, felsefi ve tarihsel soru olarak “kendilik kültürü” temasıyla neden ilgilendiğini açıklamaktır. Böylece kitapta yer alan “Eleştiri Nedir?” ve “Kendilik Kültürü” başlıklı konferanslarla bunlara eşlik eden tartışmalar, hem Foucault’nun düşünsel evrimini takip etmeyi sağlar hem de onun Was ist Aufklärung?‘u nasıl farklı biçimlerde okuduğunu görme imkânı tanır. Kant’a yapılan referansın tayin edici olmayı sürdürmesinin sebebi, Foucault’nun başka bir Kant’a ya da en azından Eleştirilerin Kant’ına alternatif bir “Kantçı” yola ışık düşürerek kendi felsefi pratiğinin soykütüğünü yeniden çizmeyi denemesidir.
Nitekim kendisine “musallat olmuş” bu başlık Foucault’ya yolu tersten gitme olanağını verir: Kant’taki epistemolojik-transendental “ne bilebilirim?” sorusu burada bir “tavır sorunu”na dönüşür. Böylece eleştiri, özneye, hakikat politikası oyununda tâbiyetten kurtulmak amacıyla hakikati iktidar etkileri bakımından sorgulama ve iktidarı hakikat söylemleri bakımından sorgulama alanı açar.
Foucault’nun eleştirel tavrı, “muayyen felsefi bir düşüncenin mirasından bambaşka bir şey”e dönüştürmek üzere, sadece “Kantçı uğrak”la kalmayan daha geniş bir tarihe yeniden yerleştirmesinin hedefi, bir erdeme yakın olan belli bir düşünme, söyleme ve eyleme tarzının ortaya çıkışını tespit etmektir; zira bu yolla yönetme sanatlarının hem ortağı hem de rakibi olan “o kadar da yönetilmeme sanatı”na doğru adım atmak mümkün hale gelebilir.
Foucault’nun okumasında Aufklärung, tebaa/özne, iktidar ve hakikat ilişkileri alanında kayıtlı olan hükümet yönetiminin iktidarına karşı, bu ilişkileri reddetmeyi, çözmeyi veya altüst etmeyi denemek suretiyle pratik bir direniş tavrı haline gelir. Ayrıca Foucault bu tarihsel-felsefi analizin nasıl yürütülmesi gerektiği sorusunun cevabını da vermeye çalışır.
Netice itibarıyla iki konferans ve takip eden tartışmalar, Foucault’nun son yıllarına damgasını vuran felsefi problemleri daha iyi kavramak isteyenlere aydınlatıcı yol işaretleri sağlamaktadır.